28. BÖLÜM
28. KARMEN RUSSO.
Deren Ateş.
Ben seni öldürmedim değil Karmen, ben seni öldüremedim. Ama sen bir gece, ki o bu gece... Beni yine öldürdün.
Karina.
Karina Russo.
Karmen'in çocuğu, kızı.
Ayaklarımın dibinde biriken kanın ardındaki mezarlığa dönük şekilde, aradan dakikalar geçmiş olmasına rağmen kıpırdamadan duruyordum. Abisi Karmen'i götürdükten sonra bana kalan tek şey bu mezar olmuştu. Mezar... Söylediğine göre Karmen'in kızının mezarıydı. Karmen bir anneydi, çocuğu olmuştu ve sonra... henüz küçücükken ölmüştü. Küçücük olduğunu anlayabiliyordum, çünkü mezarı gerçekten ufaktı.
Tüm dünyanın sesi susmuş gibi hissetmeme rağmen kulağımın tam içinde hâlâ Karmen'in söyledikleri çınlıyordu. Hüngür hüngür ağlayarak söylemişti kızının öldüğünü, kekeleyerek. Oyun olduğunu, yalan olduğunu düşünmeyi her şeyden çok isterdim ama sesindeki dürüstlük, ellerini yüzüne kapatırkenki o çaresizlik... Her şeyi net olarak ortaya koyuyordu. Dehşete sürüklendiğim için doğrudan bir tepki de koyamamıştım, bir şeyler soramamıştım, anlayamamıştım.
Konuştuklarımız kafamda bininci kez baştan sardığında söylediği ismi bir daha daire içine aldım.
Mark.
Bu ismi vermişti.
Karmen'in şimdiden nefret ettiğim bir adamdan çocuğu vardı ve onu dünyaya getirdikten sonra kaybetmişti. Nasıl olduğunu bile öğrenememiştim. Noah öyle zamansızca çıkıp gelmişti ki şaşkınlıktan onları durduramamıştım. Karmen'i götürmüştü, kilometrelerce uzağa sürüklemişti onu. O abisi olacak piçin, Karmen hakkında hiçbir söz hakkına sahip değilmişim gibi davranmasından nefret ediyordum.
Kızı...
Karmen'in de benim gibi bir kızı vardı. O fotoğraftaki küçük kızı gördüğünde bu yüzden çok etkilenmişti, neredeyse ağlayacak hale gelmişti. Üstelik o kızın yüzünde darp izleri vardı, acı içindeydi. Neden bunca zaman söylememişti de saklamıştı? Ben kızımı kaybettiğimden, onun ölme ihtimalinden yakınırken Karmen'in kızı gerçekten ölmüştü. Madem kendi kızını kaybetmişti, Nil'i nasıl kaçırabilmişti? Yoksa gerçekten akıl sağlığı yerinde değil miydi? Ailesiyle beraber yapmamış mıydı?
Tüm bu soruların cevapsızlığıyla nasıl başa çıkacağım?
Karmen'in kızının ölmüş olmasıyla nasıl başa çıkacağım?
Onun ne kadar acı çekmiş olduğunu düşünmeden nasıl nefes alacağım?
Sana n'aptılar Karmen?
Sen bana n'aptın?
Biz birbirimize n'aptık?
"Abi," diyen birisinin bana yaklaştığını, hatta bağırdığını duydum ama yerimden kıpırdamadım. Bir kurşun belimden girmişti, diğeri bacağımdan. Nasıl olur bilmiyordum ama fiziksel acıyı hissetmiyordum. Yaklaşanın, Karmen'i takip ettirdiğim adam olduğunu anladım ve o kolumdan tutup beni sallarken bile gözlerimi Karina'nın mezarından çekemedim. "Abi, vuruldun mu sen? Uzun süre dönmeyince merak edip peşinden geldim. N'oldu? Kim, n'aptı sana?"
"Abi, hastaneye gidelim," dedi o adam. Yarama bakıyordu ama ben onu görmüyordum. Karmen'in hastaneden ayrıldığını haber veren oydu, onun söylediklerinden sonra gelmiştim. Ya gelmeseydim? Karmen'i göremeden gitseydi, bu gerçeği hiç öğrenemeseydim? "Her yerin kan olmuş abi, bir şey desene Allah aşkına!"
Edip biliyordu. Karmen'i o yüzden buraya getirmişti. Karmen'e burada n'apmıştı? O an kendini öldürmek üzereydi.
Kızının mezarının yanında.
Düşüncemin acımasızlığıyla irkilip geriye sıçradığımda gözlerim mezardan ayrılıp adamımı bulmuştu. İşim düştüğünde bir arama kadar uzağımda olan adamlardan herhangi birisiydi. Bir yarama bir de bana bakıyordu. Kurşun içeride değildi, Noah öldürmek değil, etkisiz hale getirmek için nişan almıştı. Galiba hastaneye gitmeliyim, herhalde öyle yapmalıyım. Düşünemiyorum ki, insanın ölecek gibi hissederken düşünmesi ne mümkün...
"Ben arabama atlayıp hastaneye gideceğim," dedim geriye tökezlerken.
"Abi ben götüreyim, nasıl araba kullana..."
"Hayır!" diye bağırdım bir anda ve korkuyla mezara baktım. "Sen... bu mezarın başında duracaksın, bu mezarın yanından ayrılmayacaksın."
Adam, şöyle bir arkasına dönüp ufak mezara baktı. "Abi ne diyorsun? Niye buradan ayrılmıyorum? Kimin mezarı bu?"
"Ayrılmayacaksın," diye tekrarladım sertçe. "Bu mezarın başında duracaksın, koruyacaksın."
Cevap beklemeden arkamı döndüm, mezarlığın çıkışına doğru ilerlerken ayağımın teki aksıyordu. Adam beni kızdırarak bir daha, "Abi," dedi ve peşime düştü. "Bacağından vuruldun, nasıl araba kullanacaksın? Seni hastaneye götüreyim, sonra sözüm olsun buraya döner mezarın başında beklerim."
Gözlerimi indirip yaralı bacağıma baktım. "Sürebilirim," diye karşı çıktım ama o laf dinlemeden kolumun altına girdi, ağırlığımı bedenine yükledi. "Süremezsin abi, kaza falan yaparsın maazallah. Ben seni götüreyim, sonra döneceğim."
Bir şeyin farkındaydım. Ölmemem gerektiğinin.
Görünen o ki yapacak çok şeyim vardı.
Bacağımın üzerinde bir adım daha attım ve dizim yamulunca küfredip adama başımı salladım. Bununla beraber yürümeye devam etti ve mezarlığın çıkışına beni sürükledi. Bedenim zorlansa da hâlâ canımın yandığını hissediyor değildim. Beni kendi arabamın koltuğuna bindirip şoför koltuğuna yerleşti ve sürmeye başladı.
"Kim vurdu seni abi? O kadın mı?"
Ben dahil herkesin ağzından onun adı, bahsi öfkeyle çıkıyordu.
Çıldırıyordum, onu sadece benim suçlayabileceğimi söylemek istiyordum!
"Sus," diye fısıldadım ve gözlerim camdan dışarıyı izlerken burada değil de o mezarın yanında olmam gerektiğini hissettim. Karmen'in kızı oradaydı, incinmişti ve Karmen burada değildi. Mezarı yalnız mı kalacaktı? Kaç yaşındayken ölmüştü? Mark denen o adam kimdi ve neden küçük bir bebeğe böyle bir şey yapmıştı?
Ben bile bana yaptıklarına rağmen Karmen'e asla böyle bir şey yapmazdım.
Kim ne için ona bunu yapmıştı?
Aracın durduğunu fark ettim. Açılıp kapanan kapılar, yaklaşan hemşireler, hastaneye girdiğimizde gözlerimi alan beyaz ışıklar, sedyeye oturuşum, bir hemşirenin yaklaşıp sorular sorması, kurşun yaralarıma bakması... Hepsine kayıtsız şekilde boş boş bakıyordum önüme.
"Uzanır mısınız? Bacağınıza daha iyi bakmamız lazım."
Sonra uzandım, kolumu alnıma koyarak tavandaki beyaz ışığa tutuldum. Bir doktor ile hemşirenin müdahalesini bilincinde olarak bekledim. Ama sonra gözlerimin kendiliğinden kapandığını anladığımda narkoz verdiklerini düşündüm, kendimden geçerken başımı döndürüp hâlâ orada duran adamıma baktım. "Mezarlığa dön, oradan bir saniye olsun ayrılma. O mezarı... koru."
Gözlerimin kapanmasından saatler sonra kendime geldiğimde beynim o kadar ağırdı ki başımı hareket ettiremiyordum. Gözlerimi olduğum yerde gezdirince hastane odasının duvarlarını fark ettim. En son acildeydim, demek odaya alınmıştım. Yatakta biraz doğrulunca üzerimin çıplak olduğunu, altımda da kesilmiş pantolonum olduğunu gördüm. Göğsümde ve bacağımda büyük sargılar vardı, sargıların altında dikiş izleri ve uzun süre geçmeyecek yaralar olduğuna emindim. Kolumdaki serum kablosunu takip edip ayaklı seruma baktım ve kabloyu sertçe çıkarıp atarken komodindeki kişisel eşyalarımı gördüm. Başım şiddetle dönerken telefonumu açıp rehbere girdim.
Dün geceki adamı aradım ve aramam yanıt bulduğunda direkt, "Mezarlıkta mısın?" diye sordum.
"Evet abi, dediğin gibi hâlâ buradayım." Adamın sesinde bir can sıkıntısı vardı. "Ama daha ne kadar burada kalacağım? Anlamıyorum yani, n'apıyorum burada?"
"Koruyacaksın işte, neyini anlamıyorsun! O mezara hiçbir şey olmayacak!"
"Tamam abi tamam, sinirlenme..."
Telefonu kapattığım gibi cevapsız çağrılara baktım. Kardeşim ve Nalan aramıştı. Göğsüm hızlıca inip kalkarken Utku'yu aradım ve telefonu, "Abi," diyerek endişeyle açtı. "Tüm gece ulaşamadım sana, neredesin?"
"Ben... Ben iyiyim," dedim zorlukla yutkunarak. "Nil nasıl? Yanında değil mi? Evde misiniz?"
Sesimi duyduğunda rahatladı. Kardeşimi tanıyordum ve böyle olduğunu biliyordum. "Evdeyiz, Nil de uyanır uyanmaz seni sordu, geleceğini söyledim."
Hemen, "Kapılar pencereler kilitli değil mi?" diye sordum. Nil'i bulduğumdan beri ilk kez bu kadar uzun süre ondan ayrı kalmıştım.
"Tabii ki. Nil de iyi, kahvaltısını yaptırdım, dişlerini fırçalıyor..." telefonu bir saniye uzaklaştırdı ve Nil'in, amca ağzım acıyor, diyen sesini duyup rahatlamaya çalıştım. Güzelim benim, geceden sabaha hemen özlemiştim onu. "Duydun mu? Bana nazlanacak kadar iyi abi. Sen ne zaman geleceksin?"
"Birkaç işim var," derken şiddetli dönen başımı sol şakağımdan tutmaya çalıştım. "Sen Nil'i evden çıkarma, yanından ayrılma."
"Abi... Sesin iyi gelmiyor?"
"Ben iyi değilim Utku," diye kendimin de geç fark ettiği bir itirafta bulunarak yarım bir nefes aldım. "Karmen gitti... Hem de beni cehennemde bırakarak."
Biraz durduktan sonra, "Hastanede olduğunu söylemiştin?" dedi şaşırarak. "Nereye gitti?"
"Benden çok uzağa..."
Sesimin titrediğini fark edince telefonu indirip kapattım ve yatağın kenarına fırlattım. Başımın dönmesi yüzünden komodine tutunarak biraz bekledim, ancak sonra doğrulup komodindeki diğer eşyalarımı da aldım. Yırtık tişörtüm koltuğun üzerine bırakılmıştı, onu alıp vücuduma geçirdim ve ayağım aksayarak odanın kapısına ilerledim. Koridora çıktığımda asansörü bulmak için kafamı çevirdim ve bana doğru şaşkınca yürüyen hemşireyi gördüm. "Beyefendi neden buradasınız? Ayrılıyor musunuz yoksa? Biraz dinlenmeniz gerekiyor. Bu arada telefonunuz birçok kez çaldı, bazı aramaları açtık ama..."
"Bakın lütfen işinize," diyerek arkamı döndüm ve ayağım üzerinde dengesizce yürüyerek asansöre yöneldim. İki kat aşağı inip bahçeye çıktığımda arabamı aradım ve bulunca şoför koltuğuna atlayıp sürmeye başladım. Polisler Karmen'in kaçtığını öğrenmiş olmalılardı, birazdan beni ve Nalan'ı da bunun için ararlardı. Bu siktiri boktan şeylerle daha sonra kafa şişirecektim. Şimdi merak ettiğimin cevabını almak üzere Edip'in yanına gidecektim.
O akşam mezarlıkta ne yaptığını bana söyleyecekti.
Hastaneden çıktığını dün öğrenmiştim, villasında dinleniyor olmalıydı. Ezberimdeki adrese son sürat ilerledim ve onun yaşadığı semte ulaşıp sahil yolundaki villasının bahçesinden içeriye girdim. Bahçe kapılarını açan güvenliğe başımı sallayıp arabayı bir kenara bıraktım ve inip villanın kapısına kadar yürüdüm. Kapıyı sertçe tıklattım ve yıllardır emektarı olan yardımcısı açtığında, "Edip odasında mı?" diye sorarak içeriye girdim.
Buraya yıllar sonra gelmeme şaşırmış vaziyette, "Kendisi istirahatte," dedi. "Acil bir durum mu var?"
Dinlendiğine göre odasında olmalıydı. Önüme döndüğüm gibi üst katın merdivenini çıktım, ayağımın aksamasına öfkeli şekilde yüzümü buruşturup koridora çıkınca gözlerim doğrudan odasına kilitlendi. Yardımcısı hâlâ arkamdan gelirken Edip'in yatak odasının kapısını geriye fırlatarak açtım. Onu geniş odasındaki konforlu yatağında bulduğum an başını karşısındaki televizyondan alıp bana çevirdi.
"Deren, n'apıyorsun bura..."
Yatağının ucuna kadar aksayarak ilerlerken, "Karmen'i, kızının mezarına neden götürdün?" diye sordum cinnetin eşiğindeymiş gibi bir sesle.
Edip önce hayrete düşmüş tepki verdi, sonra da yatağında biraz doğrulup arkasına yaslandı. "Ne kızı? Kızı mı varmış?"
Kızı var ve...
Bileğinde taktığı o kurdele kızına aitti, bu yüzden o kurdele konusunda çok hassastı.
Düşündükçe daha önce aklıma takılan her detay Karina'nın varlığına çıkıyordu.
Ya da... yokluğuna.
Ağrıdan nefesim kesildi ve dudaklarımdan, "Yalan söyleme," kelimeleri döküldü. "O gün sizi takip ederek Karmen'i buldum. Hastaneye geldiğinizde arabada Karmen vardı, onu mezarlığa götüren sendin!"
Edip kaşlarını çattı. "Onu öldüreceğimi söyledim, o da son kez mezarlığa gitmeyi istedi. Ben de onu oraya götürdüm, öldürecekken sen çıkıp geldi..."
Düşünmeyi bile düşünmeden [SE2] belimdeki silahımı çıkarıp suratına doğrulttum ve omuzları dikleşirken, yüzü beyazladı. Başımı sol tarafa eğip, "Bir cümlede iki yalan söylüyorsun," dedim ona tahammülsüzce. "Karmen mezarlığa gitmenin senin fikrin olduğunu söylemişti, yani onu bilerek mezarlığa götürdün. Ve ayrıca onu sen öldürmüyordun, o kendisini öldürmek üzereydi."
Edip'in kızgın gözleri omzumun üzerinden arkaya çevrilince korumalardan bir tanesinin burada olduğundan emin oldum. Yatağa biraz daha yaklaştığımda, "Ben onu öldürecekken o kendisini öldürmeyi teklif etti," diye düzeltti. "Ama kızının mezarı olduğunu bilmiyordum. Hem ne yapayım bir kızı varsa? Bana ne? Ya da sana ne? Amacın ne ki geldin silah çekiyorsun? O kadar ahbaplığımız var, birbirimizden hoşlanmasak da asla birbirimize zarar vermedik! Bu yaptığın ne şimdi? Hem de kim için?"
Sikko sikko konuşmalarına gözlerimi devirdim. Bildiğini seziyordum ama Karmen'i neden oraya götürdüğünü, Karmen'in neden kendisini öldürecek raddeye geldiğini bilmiyordum. Edip kafasına göre sallıyordu, bu konuda belki Karmen doğruyu söylerdi. O kadar acı ki Karmen'in söylediklerinin doğruluğundan bile emin olamıyordum, o günden beri söylediği her şeyden tereddüt duyuyordum.
Ama bunun gerçek olduğunu biliyordum.
Karina öldü ve Karmen benim bildiğim olmak üzere iki kez kendini öldürmeyi denedi.
Belki daha önce de yaptı.
Belki daha sonra da yapacak.
Silahım, onu doğrulttuğum yüzde titrerken, "Bana yalan söylüyorsun Edip," dedim. "Karmen kızını bana bile söylemedi, sana hiç söylemez. Bilerek onu kızının mezarına götürdün, belli ki daha çok acı çekmesi için orada öldürmeyi istedin!"
"Yaptıysam yaptım!" Bir anda kabul etmesi ve bundan gurur duyuyor görünmesi beni delirtti. "O mafya bozuntusu sürtük torunumu, senin de kızını kaçırdı. Varsayalım ki yaptım, n'olacak? Abileri beni vurdu lan! Vurdu! Sen bana neyin hesabını soruyorsun?"
Kükredim. "Aynen öyle. Ben hesap soracağım, sen de vereceksin!"
Odaya birisinin girdiğini anladığımda silahımı yüzünden ayırmadan başımı çevirip baktım. Edip'in emektarı olan adam ikimize de gergince bakıp, "Emniyetten aradılar efendim," dedi. "Şu kadın... Hastaneden bir şekilde kaçmış, emniyet güçleri hastaneye gitmişler, görgü tanığı arıyorlar..."
Edip üzerindeki örtüyü çekip doğrulmaya çalıştı ama yarasını tutarak gerisin geri otururken kocaman açtığı gözlerini bana çevirdi. "Kaçmış, duyuyor musun!"
"Aa, öyle mi olmuş?"
Edip'in gözleri bu sefer bir başka döndü ve daha sakince ayağa kalktı. Silah hâlâ aramızda dururken, "Biliyordun?" dedi inanamayarak. "Kaçtığını biliyordun. Yoksa kızım öldü diye acındırdı mı kendini? Sen mi bıraktın onu? Ne utanmaz, gurursuz adamsın lan sen! Şunca zamandır kızını kaçıranın o kadın olduğunu anlamadığın gibi bir de acıyorsun ona, kızına! Ölmüşse ölmüş lan kızı, bana ne..."
Bir anda silahımı, Edip'in konuşurken kocaman kocaman açtığı ağzına soktum ve o susmak zorunda kalırken emektarı tamamen içeriye girip yaklaştı. Uyarırcasına, "Deren," diye söze başladığında, elimi kaldırıp onu susturdum. Edip'in gözlerine, beni görebileceği en tehlikeli halimle baktım. "Karmen'in kızını ağzına bir daha alıp ondan söz edersen bir sonraki kurşunu abisinden değil, benden yersin."
Silahın namlusunu ağzından çıkardım ve üzerindeki saten pijamasına silerek temizledikten sonra arkamı döndüm. Önümdeki emektarına çekilmesi için başımla işaret verdiğimde çekilip direkt Edip'e yöneldi. Bacağım aksasa da hızlıca yürüyüp çıktım ve alt kata inerken yukarıdan gelen kükremesini duydum.
Ağzında silah varken de konuşsaydın ya.
Evden kapıyı çarparak çıktım ve arabama dönünce yumruklarımı indirecek bir yer arayıp direksiyona vurdum. O gece mezarlıkta ne yaptığını bir şekilde öğrenecektim, bunun doğrusunu söyleyebilecek tek kişi Karmen'in kendisiydi.
"Nasıl bir cehennemin içine düştüm ben, bilmediğim daha neler var, bildiğimi sandığım ne kadar yanlış var?"
Direksiyondan çektiğim yumruklarımı açıp ellerimi saçlarımdan geçirdim ve aklıma üşüşen sorulara delice cevap aradım. Sorularım yanıtsız kaldıkça deliriyordum. Neden kızının sahte kimliği vardı? Böyle bir ailesi varken kızıyla beraber Türkiye'ye neden gelmişti? Birisinden, bir şeyden mi kaçıyordu? Neden... Neden Nil’le kesişmişti her şey, benim ve kızımın günahı neydi?
Kızım... Nil'in sadece öldüğünü düşündüğümde bile ben acıların en büyüğünü yaşıyorken o, kızı ölmüşken neler yaşamıştı?
Ya da kızı neler yaşamıştı?
Telefonumu nereye koyduğumu arayarak etrafıma bakındım, sonra cebimde olduğunu hatırlayıp çıkardım. Terleyen alnım yüzünden sıcaklayıp dedektif Mert'i aradım. Aramamı on saniye olmadan açtığında, "Karmen'i en baştan araştırmanı istiyorum," dedim hemen. Mert’le uzun zamandır birçok işimde çalışmıştım, işinin ehli olduğu için her zaman hukukumuz vardı. Ve ona gerçekten reddedemeyeceği kadar para veriyordum. "Ama bu kez genel bir araştırma değil Mert, her şeyini arayacaksın."
Söze girip, "Araştırayım ama biliyorsun, ailesi ve o kapalı kutular," dedi. "Haklarında medyaya düşmüş az haber var."
"Dipte köşede, bakmadığımız, gözden kaçırdığımız bir şeyler illaki vardır!" Arabayı diğer elimle çalıştırıp bahçesinden çıktım. "Olmak zorunda Mert. Karmen'in hayatıyla ilgili yeni bir şeyler öğrendim, eğer hayatında bu kadar şey olduysa izleri de vardır!" Ön camdan dışarıya bakarken canavarca hislerle dişlerimi birbirine bastırdım. "Onu, ailesini araştırırken özellikle Mark isimli birini hedef al, o isimle ilgili en ufak bir şey öğrenirsen de bana dönüş yap. Bak, altını çiziyorum. Adı Mark, kimdir nedir bul."
Mert onaylayan bir ses çıkarıp, "Ama şu an başka işlerim de var," dedi.
"Önceliği bana ver, tüm işlerinin toplamından daha fazla para ödeyeceğim."
Sessizliğinin onay olduğunu bilerek telefonu kapattım. Şu sıralar hiçbir iş alamıyordum ama yeterince param vardı. Milletvekiliyle ve dahasıyla çalışırken çok fazla para kazanıyordum, çünkü insanları korumakta gerçekten iyiydim. Milletvekili... Beni en son, Karmen'in kızımı kaçırdığı haberleri medyaya düştüğünde aramış, sitem eder, halime üzülür gibi kızmıştı. Öyle birisi için işimi kaybettiğimden nasihat verir gibi homurdanıp durmuştu.
Çalıştığımız zaman beni sevdiğini, saydığını biliyordum.
Tabii, ben ihanet edene kadar.
Arabamı daha hızlı kullandım, çünkü Nil'in yanına dönmeyi istiyordum. Saatlerdir görmüyordum onu, ruh halini merak ediyordum. Acaba Karmen kızını ne zamandır görmüyordur? Ne kadar özlemiştir? Hayır hayır, bunu düşünemezdim. Çünkü düşünürsem devamında çok fazla şeyi de düşünürdüm, hareket edemezdim, eyleme dökemezdim, cehennemde dönüp dururdum. Hayır, bunları düşünürsem evimin yolunu bile unuturdum.
Kafamı iki yana sallayıp başka şeyler düşünmeye çalıştım. Edip'in evinden uzaklaştıktan çok sonra kendi evime ulaşınca arabadan indim. Bahçeye yürürken baldırım sanki bacağımdan bağımsız hareket ediyordu, dizim bükülüyordu. Sokak kapısına birinci vuruşum çok sert oldu ama sonra Nil'in korkacağından endişe edip ikinci kez yavaş vurdum. Ve diğer taraftan Nil'in, "Babam geldi," diye koştuğunu duydum.
Onun ardından Utku'nun sesi duyuldu ve kilit çevrildi. Kapı açıldığında direkt aşağıya baktım ve Nil'in aydınlıktaki gözlerine karşı rahatlamış bir nefes verdim. Onu görmediğim sürede hep bir şey olduğundan korkmuştum. Nil yaralı bacağıma sarılıp, "Babam," dediğimde gözlerimin önünde Karmen'e benzeyen bir kız çocuğu canlandı.
Kızı Karmen'e benziyor muydu acaba?
Her şeyden bağımsız onun kadar güzel miydi?
Fotoğrafı hatırlasana Deren, çok güzeldi tabii.
O kız güzel miydi diye soruşu...
"Baba seni çok özledim, neyedeydin?"
Kızımın sorusuyla silkelenip gülümsemeye çalıştım. "Bir işim çıktı, halledip kızıma döndüm."
"Abi, iyi misin?" dedi Utku, aksayan bacağıma bakarak ve sonra gözleri yukarıya çıkarken kocaman açıldı. "Üstüne n'oldu? Kan mı o?"
"Aaa!" Nil bağırınca gözlerimi çevirip üstüme baktım, kanlı tişörtüm olduğu için üzerim kanıyor görünüyordu. Bacağıma giren ağrıyı umursamadan kızımın yüzünü tuttum. Altdudağını sarkıtmış, ağlayacak gibiydi. "N'oldu?" diyerek elini üzerime götürmeye çalıştı. "Kim vurdu sana? Acıyoy mu?"
"Ya senin babana kim vurabilir?" diyerek kızıyormuş gibi yaptım ona. Yanaklarından, çenesinden, alnından, bir de saçlarından öpüp kokusunu içime çektim. "Benim kızım hepinizi döver diyorum, herkes kaçıyor."
Tatlı tatlı gülüp, "Döveyim ki," dedi ve küçük yumruklarını sıkarak bana gösterdi.
O yumruklarından öpüp doğruldum, Nil'i daha fazla korkutmamak için üstümü değiştirmem gerekiyordu. Dönüp kapıyı kilitledim ve Nil'e gülümseyip merdivene yöneldim. O hemen peşimden koştururken, Utku da fısıldayarak yaklaştı. "Vuruldun mu sen? Tişörtün de yaka paça olmuş."
"Vuruldum." Bedenimden ve kalbimden.
Utku endişeyle, "Kim?" diye sordu. "Yoksa Karmen mi?"
Kalbimden o.
Üst kata çıkıp odama girdim ve nefes nefese dolabımın önünde durup bir saniye dinlenmeye çalıştım. Ben fark etmesem de kurşun yaralarım yüzünden vücudum yavaşlıyordu. Dolabımdan siyah tişört ile eşofman altı aldım, bana yaklaşıp arkamdan sarılan kızıma döndüm. "Babacığım, çok mu özledin sen beni?"
Kafasını hemen salladı. "Vallahi çok özledim!"
Saçlarını okşadım. "Ben de seni özledim dünya güzeli kızım benim. İki dakika amcanla dışarıya çık, üstümü değiştikten sonra geri gel."
Masum masum, "Benim yanımda değiş," dedi.
Utku hâlâ endişeyle beni izlerken, "Ama Nil," dedim konuşmaya devam ederek. "Ben sana ne demiştim? Kimsenin yanında üstümüzü değişmiyoruz, kimse görmeden değişiyoruz."
Bunu yeni hatırlamış gibi suçlulukla dudağını ısırıp Utku'nun elinden tuttu. "Hadi amca, çıkalım."
Kardeşim hâlâ sağlığımdan endişe ederek bana bakıyorken, omzunu okşayıp iyiyim dercesine gözlerimi kapattım. Bununla beraber Nil'i alıp odadan çıktığında dimdik tuttuğum omuzlarımı düşürüp bir daha dolabıma yaslandım. Kollarım, sanki kemiklerim bile titriyordu. Gerileyip yatağın ucuna oturmadan önce pantolonu çıkarıp eşofmanı geçirdim, oturunca da parçalanmış tişörtümü çıkarıp yenisini giyindim.
O adam ne çeşit bir ölümle öldürdü Karmen'in kızını?
O kızın... babası kimdi?
Neden ortalıkta yoktu?
"Babaaa?" Nil'in sesiyle beraber düşüncelerim kesintiye uğradı. "Gelebilir miyim?"
"Kimsin sen?" dedim onun yüzünü güldürmek için.
"Öcü," diyerek kapıyı açtı ve koşarak yanıma geldi. Dizime oturmak üzereydi ki onun arkasından gelen kardeşim engel olup Nil'i tuttu, ona eğilip öptü. "Baba biraz yorulmuş, kucağına oturma tamam mı?"
Utku'nun bu söylediğinden sonra ikisinin de yüzüne sırasıyla baktım. Onları kaybetmekten ne kadar fazla korktuğumu hatırlamam tesadüf değildi. Karmen'in çektiği acı dayanılmaz olmalıydı, öyle bir acıyı düşünemiyordum bile.
Ben senin düşüncesine tahammül edemediğin her şeyi yaşıyorum.
Ben senin, iyi ki başına gelmiş, dediğin acıyla hayatta kalmaya çalışıyorum.
Ürpererek Nil'i kendime çekip göğsüme yasladım. Dudaklarımı saçlarına bastırıp uzunca öperken, "Bana sarılmaktan hiçbir zaman vazgeçme, çekinme," dedim ona. "Nasıl bir adam olursam olayım bana sarılmaktan korkma."
Utku genzini temizlerken, Nil gözlerini kaldırıp masum bakışlarını attı. "Niye korkayım ki?"
"Ne bileyim? Belki... korkuyorsundur bazen."
Kaş çattı. "Salak mısın baba ya!"
Serseri kardeşimden bir gülme sesi gelirken, söylediği yüzünden Nil'in yanakları kızardı. Normalde böyle konuşmamasını ona güzelce anlatırdım ama o an gülümseyerek burnunu kıstırdım. "Baban hakikaten salak kızım..."
Gönlümü almayı istiyormuş gibi yanaklarımdan öptü. "Şaka yaptım baba, şaka."
Başımı yana eğip onun yüzünü avuçlarım içine aldım. Ağır, insanın kaldırabileceği bir hissin ötesindeki yoğunlukla ona bakarak, "Nil," diye fısıldadım. "Sana bir şey sormam lazım."
Ona soru sorduğumuz her an geriliyordu. Yine öyle olunca kıyamadım, vazgeçecek oldum ama dün gece yaşananlardan sonra öğrenmem gereken başka şeyler vardı; sanki Karmen'in kızına neler olduğunu öğrenmek sorumluluğummuş gibi hissediyordum.
"Hani sen Karmen'in yanındaydın ya..."
Bir anda heyecanlandı ve bir şey hatırlamış gibi, "Hani beni Kaymen'in yanına götürecektin?" diye sordu. Geçen gün beni şaşırtarak Karmen'i görmeyi istediğinde sessiz kalmıştım, demek götüreceğimi sanmıştı. "Gitmeyecek miyiz yoksa?"
"Aslında ben de sana tam Karmen’le ilgili bir şey soracaktım," diyerek konuya yavaşça girdim. "Sen bir süre onunlaydın değil mi?"
Bakışlarını etrafında dolaştırıp, "Gidecek miyiz?" diye sordu bir daha.
"Ben Karmen'in yanına gittim," dedim, Karmen hakkında daha rahat konuşabilmesi için.
Ağzı açık kaldı. "Beni niye götüymedin baba!"
Utku bize dikkat kesilirken, "Sen onun yanındayken... Yani Karmenle beraberken hiç Karina diye birisini gördün mü?" diye sordum.
Nil'in gözleri daha da büyürken, "Karina mı?" dedi Utku, şaşkın fısıltısıyla. "Karmen sana Karina'dan mı bahsetti?"
Bir anda başımı kaldırdım. "Sen biliyor musun?"
Nil'e tereddütlü bakış atıp, "Birkaç kez ağzından çıktı," dedi. "Ben de sana söyleyecektim ama..."
"Bana söylemeyeceğim dedin amca!"
Nil, Karina'yı tanıyordu demek ki. Yoksa yeni mi ölmüştü, Nil onunla tanışıp görüşmüş müydü? Kızımın yüzünü bir daha kendime çevirip, "Sen Karina'yı tanıyor musun?" diye sordum anlayamadığım bir panikle. Sanki Karina'yla benim de bir bağlantım vardı, ona ne olduğunu öğrenmeyi istiyordum. "Hiç gördün mü?"
Nil biraz sustuktan sonra, "Gördüm," diye fısıldadı. Karmen hakkında konuşmaktan yana hâlâ huzursuzdu. "Ama fotoğrafını."
Fotoğraf... Tabii ya, Karmen'de fotoğrafını bulmuştu. Aptal kafam, Karina ta o zaman ölmüş olmalıydı. Mark, dedi ama o zaman Karina'nın fotoğrafının Feda'nın çocukları kaçırdığı o yerde ne işi vardı? Mark onlardan birisi miydi?
Kişisel hesabım var, demişti.
Tabii, Feda'dan bu yüzden nefret ediyordu. Doktor kadını da mı bununla alakalı sebeplerden dolayı öldürmüştü?
Siktir, düşündükçe o kadar fazla cevap ve o kadar fazla soru buluyordum ki...
Nil'e odaklanmaya çalışıp, "Fotoğraf?" diye tekrarladım. "Karina'nın fotoğrafını mı gördün?"
"Evet baba, Kaymen'in yatağının yanındaydı," dedi dudağını büzerek. "Kaymen bizi tanıştırdı. Kayina'yı çok seviyordu ama bir daha onu göremezmiş." Sanki Karmen'in, Karina'yı görememesine üzülmüş gibiydi. "Ben bazen Kayina'nın fotoğrafıyla konuşuyordum."
Karmen kızına sadece fotoğraflardan bakıyor olmalıydı.
Onun gülümseyen bir fotoğrafını gösterecektim sana. Mutlu olduğu bir fotoğrafı. Onu öyle tanımanı isterdim.
"Karina kim, anlamıyorum?" dedi Utku, korktuğu bir hikâye dinliyormuş gibi sinirle.
Acıyla yutkundum ve Nil gözlerimi görmesin diye başımı önüme eğdim. "Kızı," diye fısıldadım. "Karmen'in kızı."
Yere doğru bakıyorken kardeşimin geriye doğru giden adımlarını gördüm. Sendeledi. Benim gibi. İskeleti kalbiydi ve kalbindeki her şey bedenine yansıyordu.
"Kızı?" diye tekrarladı kekeleyerek. "Bir kızı mı varmış?"
"Evet amca." Nil ofladı. "Bir anlamıyoysun ya!"
Utku toparlayamadığı sesiyle, "Neden... Neden bilmiyoruz?" diye sordu.
"Ölmüş çünkü," diye fısıldadım ve ağzımda kan varmış gibi hissettim.
Utku bir adım daha geriye sendeledi. "Öl... Ölmüş mü? Kızı mı? Aman Allah'ım." Elini ağzına götürürken, bakışları kalbini yansıtıyormuş gibi parçalandı. "Nasıl ölmüş? Niye hiç söylemedi?"
"Bu soruları ona ne zaman soracağım?" diye fısıldadım kendi kendime.
"Abi, Karmen nerede?" Utku yaklaşıp panikle omzuma dokundu. "Nereye gitti, neler söyledi sana? Gitmesine nasıl izin verdin? Başka bir şey sormadın mı?"
"Baba," dedi kızım, omzuma dokunarak. "Biliyor musun ben Kayina'nın elbisesini giymiştim."
İçten gelen yangınımla dalgın dalgın bakıp, "Hı?" diye sordum.
Üzgün ve biraz da kızgın şekilde, "O çiçekli elbise Kayina'nındı," dedi. "Ama sen attın!"
O çiçekli elbise... Bulduğum gün Nil'in üzerinde olan çiçekli elbise...
O elbiseyi nefretle, tiksinerek atmıştım. Temiz mi, pis mi, diye düşünmüştüm. Onun üzerinde benim giydirmediğim şeyin ne işi var, diye düşünmüştüm.
Karmen'e çiçekli bir elbise alırken, Karina'nın çiçekli elbisesini atmıştım.
Acaba... gördüğünü söylediği o rüyada Karina da var mıydı?
Baş dönmemi durdurmak için gözlerimi kapatırken, göğüskafesimde derin bir kaybetmişlik ve sorumluluk duygusu vardı. Kim için, ne için böyle hissettiğimi bile bilmiyordum. "Baba," diyen Nil'e rağmen gözlerimi açamayıp yutkundum. "Ben bazen Kaymen'i görüyordum, Kayina'nın fotoğrafına sarılıp ağlıyordu. Ben de yanına gidip ona sarılıyoydum ama hâlâ ağlıyordu. Galiba Kayina'yı özlemiş. Kayina'yı ona götürelim mi?"
🐛
İTALYA, SİCİLYA.
Karmen Russo.
"Anne, kalk."
"Anne, ayağa kalk."
Karina rüyama girmiş olmalıydı. Görüntüsü yoktu ama sesini duyuyordum, bana konuşuyordu. Eğer bir rüyaysa uyanmayı hiç istemiyordum ama rüyayı gerçeklikten ayırdığıma göre uyanıyor olmalıydım.
"Anne, kendine yardım et."
Karina'nın o meleksi sesini zihnimde arayıp yüzünü de bulmaya çalıştım ama yalnız karanlığı görüyordum. Bu çaresizlikle savaşmak için bir şeye sıkıca tutunduğumda, "Karmen?" dedi tanıdık ses.
Salvador'un kucağındaydım.
Gözlerimi açtığımda aydınlanmaya başlayan havayı gördüm. Bulutlar parçalanmıştı, görünürde etrafta hiç yüksek bina yoktu. Burnuma gelen erkeksi parfüm kokusunu takip edince Salvador’la göz göze geldim. Başım omzundaydı ve beni sıkıca kucaklamıştı. Onun omzunun arkasında Dante ile Noah vardı, korumalar daha gerideydi. Helikopterden ne ara indiğimizi hatırlamıyordum ama görünen o ki malikânemizin arazindeydim.
"Abi, eve mi döndüm?"
"Eve döndün," dedi. "İsterdim ki bu eve kendi ayakların üzerinde, o gücünle dön ama bir kereliğine benim kucağımdasın. Tekrar sen olana kadar."
O kadar yorgun ve üzgündüm ki, yüzümü boynuna daha çok yaslayarak, "Seni özledim," diyebildim. "Seni çok özledim abi."
"Ben de sizi." Yutkundu ve ben acıyla inlerken düzeltti. "Seni."
Demek hiç tanımadan Karina'yı bile özlemişti.
Karina'yı ailemize geri getirememiştim.
Dante'nin bize biraz daha yaklaşıp ellerini kumaş pantolonun cebinden çıkardığını gördüm. "Helikopter inerken bile uyanmadın, pes sana kardeşim."
Dante'yle göz göze gelip, "Noah'a söyle ortadan kaybolsun, kendime geldiğimde onunla bir hesaplaşmam var," dedim.
Deren'i vurmuştu. Bir kez bile değil, iki kez.
Dante duraksayıp eğlenen bir ifadeyle arkamızdan gelen diğer abim Noah'a baktı. Ben de ona bakınca konuştuklarımı duyduğuna şahit oldum. Sevimli görünmeye çalışarak bana gülümsediğinde, Dante onun omzuna yumruk atarak sırıttı. "Odana gidip kapını kilitle istersen kardeşim."
Noah, Dante'nin üstüne atlayıp onunla boğuşmaya başladığında, Salvador onların bu çocukluklarına alışkın şekilde ofladı. Onun boynuna daha sıkı sarıldım ve yıllar sonra gözlerindeki o sevgi, şefkat bana değince, "Özür dilerim," dedim fısıltıyla. "Kendimizden olanı koruyamadım."
Başımın üzerinden öptü. "Kendini korudun, bana bu da yeter. Sen her şeyden değerlisin."
O kadar şeyden sonra birileri için değerli olduğumu fark edince sahip olduklarımın fazlalığıyla irkildim.
Salvador merdivenleri çıkmaya başladığında başımı diğer tarafa çevirdim. Geniş arazinin içindeki malikânemizin kapısı açıldı ve yıllardır bizimle çalışan yardımcımız beni abimin kucağında görünce irkildi. "Karmen Hanım..."
Sol taraftan bir topuk tıkırtısı geldi ve gözlerim geniş salonun köşesinden çıkan Angel’la çakıştı. Yıllar sonra onu görmemin şaşkınlığıyla hareketsiz kaldığımda, Angel da bir duraksayıp sonra gülmeye başladı. Bana doğru hızlı hızlı yürüyüp yüzüme yakından bakınca, onun daha olgunlaşmış yüzünü ve uzun kızıl saçlarını gördüm. "Günlerdir deli gibi seni bekliyordum, hoş geldin."
Herkes İtalyanca konuşuyordu, abilerim ve korumalarımız etrafımı sarmıştı, malikânemize dönmüştüm. Her şey çok yoğundu, ne hissedeceğimi bilemiyordum. Yalnızca Angel'ı sevdiğim için yine savunmasızca, "Tek başıma döndüm," diye fısıldadım. "Özür dilerim, iki kişi dönemedim bu eve..."
Angel'ın beyaz teninde mücevher gibi parlayan mavi gözleri irkildi. "Senin özür dileyecek bir şeyin yok, asıl herkes senden özür dilemek zorunda."
Salvador bir saniye için eğilip yengemin dudağından öptü ve sonra evin üst katlarına çıkmaya başladı. Gözlerimi merakla etrafımda dolaştırdım, babamı görmeyi çok istiyordum ama karşısına böyle çıkamazdım. Kendim bile yürüyemeden karşısına çıkmaya yüzüm yoktu. Üstelik o benim yüzümden felç geçirmişken...
Abim evimizin bana ait olan üst katına çıktığında Angel da arkamızdan gelmişti. Dante ile Noah, ayrıca korumalar da aşağıdaydı. Abim, seneler sonra döndüğüm evdeki odama girdiğinde gözlerimi etrafımda gezdirdim. Her şey bıraktığım gibiydi, tek bir şey bile yerinden oynamamıştı. Aradan hiç seneler geçmemiş gibiydi.
Ama geçti, o kadar fazla şey yaşandı ki...
Abim beni yuvarlak, kocaman yatağa bıraktığında vücudum direkt yumuşaklığa çekildi ve ellerim iki yanıma düştü. Eliyle yüzüme düşmüş saçlarımı çekip alnımdan öptüğünde, "Mark," diye nefretle soludum adını. "O nerede? Buldunuz mu?"
Salvador'un gözlerini sanki uzun zamandır bekleyen bir kin kapladı. "Önce uyuyup dinlen. Uyandığında yüz yüze konuşacak çok şeyimiz olacak." Gözlerini yüzümden ayıramıyordu, beni gerçekten özlemişti.
Bir daha alnımdan öpüp doğrulduğunda, hızla elinden tuttum. "İstanbul'daki adamlarına söyle, Deren'den uzak dursun.”
Abimin bir şeyleri bildiği açıktı ama neyi ne kadar bildiğini konuştuğumuzda öğrenecektim. Elini çekti ve arkasını dönüp odadan ayrılırken, "İlgilen karıcığım," dedi Angel'a.
Abim odadan çıktığı an yengem yatağıma koşup kenarına oturdu. Dönen başıma aldırmadan sırtımı kaldırdım ve Angel baştan aşağıya beni süzerken, kollarımı açıp onu çağırdım. Ağlayacakmış gibi bir gülümsemeyle kollarım arasına girip bana sıkıca sarılırken, "Nasılsın?" diye sordu endişeyle. "Çok uzun zaman geçti, çok özledik seni. Sonunda buradasın, temelli değil mi?"
"Kızımı kaybettim," diye hıçkırdım. "Angel, onu öldürdüler."
Angel kollarım arasında ürpererek sırtımı aşağı yukarı okşadı. "Öğrendim, hepimiz öğrendik. Çok üzgünüm, öğrendiğimden beri aklımdan çıkmıyorsunuz."
"Fotoğrafları, eşyaları hep İstanbul'da kaldı," dedim geriye çekilirken.
Angel gülümseyen bir şaşkınlıkla, "Hayır," dedi. "Noah birkaç gün önce senin, kızının eşyalarının birçoğunu getirtti. Hepsini ben katladım, dolabına yerleştirdim."
Noah'ın bunu düşünmüş olması karşısında gülümsedim. "Teşekkür ederim.” Bembeyaz görünen ellerinden tuttum. "Fotoğrafları nerede peki? Onları da getirmiş mi? Kızımı hemen özlüyorum çünkü, hep görmek istiyorum."
Yatağımın kenarındaki komodini gösterince, abajurun altındaki fotoğraf çerçevelerini gördüm. Bunlar sitedeki evimdeydi, Noah o evden alıp getirmişti demek ki hepsini. O evi de Gece'den öğrenmiş olmalıydı. Uzanıp çerçeveyi aldım ve Karina'ma bakarak Angel'a çevirdim. "Çok güzel değil mi?"
Angel çerçevesine gülümsedi. "Çok güzel. Sana benziyor."
Çerçeveyi kalbime doğru bastırdım. "Yaşasaydı daha çok benzerdi bence."
Dolan gözlerini saklamak için başını diğer tarafa çevirip yerden tavana kadar uzanan geniş balkon kapısına baktı. Sonra da daha neşeli şekilde bana döndü. "Gel, sıcak bir duş al, pijamalarını giyip öyle uyu canım."
İki kolumla birden çerçeveyi kucaklarken, "Kızımı arkamda bıraktım," diye fısıldadım suçlulukla. "Yalnız bıraktım."
Ya Edip gidip tekrar kurşun sıkarsa?
Deren... Neredeydi? Hâlâ o mezarın başında mıydı? Yaraları nasıldı? Kanaması artmış mıdır? Canı yanıyor mudur? Korkuyla başımı Angel'a kaldırıp, "Telefonunu verir misin?" diye sordum.
Bu talebimi bir şaşkınlıkla karşıladıktan sonra gri, bol paça kumaş pantolonunun cebinden telefonunu çıkardı. Üzerinde kızıl saçlarını vurgulayan beyaz askılı crop vardı. Telefonu elinden kapıp direkt aramaya girdim ve Deren'in telefonunu hatırlamaya çalıştım. Numaraları birkaç kez yanlış tuşladıktan sonra bir daha aramayı denedim ve Angel tereddütle bana bakarken, "Alo?" diye bir kadın açtı telefonu.
Kaşlarımı sertçe çatıp, "Sanırım yanlış aradım," dedim. "Sizin mi bu numara?"
"Hayır," dedi kadın hemen. "Hastaneye gelen hastamızın telefonu. Siz yakını mısınız?"
Heyecanla, "Erkek bir hasta mı?" diye sordum. "Bacağından ve gövdesinden vurulmuş olmalı?"
Kadın, sanıyorum ki hemşireydi, birkaç saniye bekleyip, "Evet," dedi ve tekrar sordu. "Yakını mısınız?"
"Durumu nasıl?"
"Hasta şu an kendinde değil, kurşun yaraları yüzünden bir operasyon geçirdi ama hayati bir durum sözkonusu değil." Konuşmaya devam etmeden bekledi. "Tekrar soruyorum, kimsiniz siz?"
"Hiçbir şeyi."
Aramayı kapattığımda yengem, konuşmalarımdan hiçbir şey anlamadığı için, "Kiminle, ne konuştun?" diye sordu.
"Noah, vurmaması gereken birini vurdu, nasıl olduğunu öğrenmek istedim."
Demek hastaneye gitmişti, yaralarına bakılmıştı. İyi olduğundan emin olduğum için kalbim hafifledi, ancak sırf bunun için arayabilirdim onu. Başka zaman başka sebeplerle arayamayacaktım, sesini duymayacaktım. Acaba arkamdan neler düşünmüştü, bana inanmış mıydı? İnanmış gibiydi.
Gitmemem için kurşun bile yemişti.
Telefonla bir arama daha yaptım ve Angel aynı merakla beni izlerken kulağıma yasladım. On saniye olmadan Gece'nin, "Alo?" diyen tereddütlü sesini alınca, "Benim!" dedim heyecanla. "Gece, benim."
"Karmen," dedi o da heyecanlanarak. "Bu yurtdışı numarası, yoksa..."
"Evet," dedim o sorusunu dile getirmeden. "İtalya'dayım."
Oluşan kısa süreli sessizlikten sonra, "Sonunda," diye fısıldadı gerçekten de rahatlamış gibi. "Sonunda kaçtın, nasıl oldu?"
"Bir çalışan kadın hastaneden ayrılmama yardımcı oldu ve Noah beni Karina'nın mezarında buldu." Karina'nın adı geçince kalbimden boğazıma bir sancı dalgalanarak ilerledi. "Seni uyarmak için aradım. Deren kaçtığımın farkında ve hâlâ can yakmak istiyor olabilir. Kızını kaçırdığını söyledin, bu işin peşini bırakmayacaktır. Kendinize çok dikkat edin. Hatta abimlerle konuşayım, isterseniz sen ve Yaman'ı buraya getirsin."
"Ne yapabilir ki? Benim peşime düşse gerçekleri anlatırım, bilmediği bir sürü şey var." İç çekti. "Karina gibi."
O mezarlıkta ona bağıra çağıra söylediklerim, hayret edişi, ellerimi tutup yüzümden indirmesi, bana günler sonra ilk kez eskisi gibi dokunması... "Biliyor Gece," dedim. "Deren'e söyledim."
"Ne zaman? Ah, sonunda... Tamam o zaman, bizim bir çocuğu incitmeyeceğimizi biliyordur, kaçmama gerek yok."
"Karina ile Nil arasındaki bağlantıyı anlatmadım, kendisi o bağlantıyı kurar mı bilmiyorum..." kafamı kaşırken sol kolumun gerildiğini hissettim ve kapalı koluma baktım. "Sen düşün ve bu sırada kendinize çok dikkat edin. İstediğin zaman beni bu numaradan arayabilirsin, fikrini sormak için tekrar arayacağım Gece."
"Tamam canım," dedi, sesindeki gülümseyişi fark ettim. "Ailene döndüğün için çok mutluyum ama seni özleyeceğim için de biraz mutsuz."
Gülümseme sesim hattın diğer ucuna ulaştığında, "Ben de seni özleyeceğim," diyerek telefonu kapattım ve Angel'a uzattım.
Angel bu kez konuşmamı sormadı ve önüme bakıp kızımın fotoğrafındaki yüzüne dokunurken, yatağımın kenarından kalktı. Odanın kapısını açıp yüksek sesle, "Sara," diye seslendi. Yardımcımızın ismiydi. "Buraya bakın, Karmen'in duşunu hazırlayın."
Yanağımdaki yaşları silerken, asansörün açılıp kapandığını duydum. Angel, Sara ile odaya döndü. Sara bana saygıyla gülümseyip odamdan açılan banyoya ilerledi ve birazdan suyun sesi geldi. Küvet dolmaya başladı. Angel dolabımı açmış, bir siyah saten pijama takımı çıkarmıştı. "Sara, havluları da çıkar."
"Çıkardım efendim."
Angel yanıma dönüp ellerim arasındaki çerçeveyi yavaşça aldı, komodine koyarken oldukça hassas davrandı. Karina'nın gülen yüzüne bakarken beni elimden tutup yataktan çıkarttı. "Çok yorgunsun, biliyorum ama sıcak su seni rahatlatır. Ben sana yardımcı olacağım güzelim."
Karşı koymadan yatağımı terk edip banyoya ilerledim. Küvet dolmuş, köpükler suyun üzerine çıkmıştı. Güzel bir koku geliyordu. Sara başka bir isteğimizin olup olmadığını sorarak çıkınca, başımı kaldırdım ve haftalar sonra ilk kez kendime baktım. Aynaya yansımam düşmüştü, inanılmaz... yorgun ve bakımsız görünüyordum. Angel arkama geçip omuzlarımı sıktı ve benimle yansımama bakıp dolu gözlerimi gördüğünde, "Bugün her şey için son kez ağla," diye fısıldadı. "Ama sonra kendinin farkına var, görkemini hatırlayıp aramıza dön."
Elimi kırışmış saçlarıma atıp dokundum ve Angel beni küvete çektiğinde karşı koymadım. Üzerimi çıkarmama yardımcı olduktan sonra küvete girmemi izledi. Ve o sırada bir an durup koluma uzun uzun bakınca pansumanı gördüğünü anladım. "N'oldu?" diye sordu hemen elimden tutarken. "Canım benim, yaralandın mı?"
Bana bıraktığı açık kapıdan girerek, "Evet, yaralandım," dedim.
Yüzü düştü ve pansumanımı yavaşça okşayıp, "Su değmesin," dedi. "Doğrusu bir hemşire olarak sen benden iyi bilirsin. Nasıl yaralandı, çok acıyor mu?"
"İçimde sürekli devam eden bir acı olduğu için bedenime dışarıdan gelen acıları pek hissetmiyorum," diyerek kolumu dışarıda bırakarak küvete girdim.
Angel yaramın nasıl olduğunu düşünüyormuş gibi bir süre daha koluma baktı. Bedenim suyun ve köpüklerin içinde kaybolurken de benim için endişelenerek küvetin kenarına oturdu. "Kalmamı ister misin?" diye sordu.
"Hıhı." Arkama doğru yaslandım. "Yalnız kalmak istemiyorum artık."
Kıkırdayarak, "Sen nasıl istersen," dedi. "Biliyorsun, bu evde senin lafının üzerine laf yok."
Başımı arkaya, mermere yasladım ve gözlerimi tavana kaydırarak suyun içine biraz daha kaydım. Su tenimde dalgalanırken koku etrafımı sarıyordu. Kendime bakmayalı, kendimi önemsemeyeli çok zaman geçmişti. Angel, beni üzmekten korkuyormuş gibi sessiz kalırken, "Babam," diye sordum yüzüne bakamadan. "İyi mi?"
"Odasında," dedi. "Sabırsızlıkla seni bekliyordu."
Ve benim onun karşısına çıkacak yüzüm, gururum kalmamıştı.
Yanağımı silip Angel'in uzattığı keseyi tuttum ve vücudumu yıkamaya başladım. Elim üzerimde dolaşırken, yengem de saçlarımı okşuyordu. Babamı görmeyi çok istiyordum ama felç geçirdiği için neyle karşılaşacağımı bilmiyordum, cesaret edemiyordum.
Kendim başta olmak üzere sayısız insana zararım dokunmuştu.
Bir saat kadar süren duştan, küvetten Angel'ın uzattığı bornozu giyerek çıktım ve kuşağımı bağlarken aynanın önüne geçtim. Angel saçlarımı bir el havlusuyla kuruladıktan sonra fön makinesini çalıştırıp bir de öyle kuruladı. Ardından sayısız bakım ürünlerinden bir tanesini saçlarıma yayarak diplerine kadar ovuşturdu, sonra taradı saçlarımı. Önüme geçerken bu kez elinde daha önce kutusu hiç açılmamış bir nemlendirici vardı. Onu yüzüme doğru sürüp göz kırptı. "Güzel görünmek senin için çok kolay, çünkü çok güzelsin."
"Abimi tavlamış olmana şaşmamalıyız, tatlı dilinle yapamayacağın şey yok."
Utangaçlıkla kıkırdayıp beni banyodan çıkardı, yatağıma kadar götürdüğü yetmezmiş gibi pijamalarımı giymeme de yardımcı oldu. Örtüsünü açtığı yatağa girerken de kapı tıklatıldı. "Girin," dedi Angel ve üzerimi örttü.
Sara, elinde bir tepsiyle içeriye girdi. "Efendim, yemeğiniz," dedi. "Abiniz yemeniz için hazırlattı."
Angel gülümsedi. "Kocam işte."
Sara kıkırdayıp, "Dante Bey, efendim," dedi.
Angel biraz bozulsa da, "Kocama çekmiş işte," dedi.
Angel tepsiyi aldığında Sara odadan çıktı. Yanıma kadar geldi ve tepsiyi dizlerine koyup kaşığı kâsede gezdirdi. Arkama yaslanıp kızımın fotoğrafını kucağıma aldığımda, bana gülümseyip çorbayı yedirmeye başladı. Sevdiğim bir sebze çorbasıydı, bu evde çok yapılırdı ama yıllardır yiyememiştim. Angel çorbayı içerken yanağımdan kayan yeni bir gözyaşını görüp, "Yapma artık," dedi titreyen sesiyle. "Tam ağlaman bitti diye seviniyorum, tekrardan doluyor gözlerin."
"Angel, elimde değil." Titreyen dudaklarımı tepsideki kırmızı mendille sildim. "Kızım, yaşadıklarım, yaptıklarım, Deren... Aklımdan çıkmıyorlar."
"Şu Deren," dedi. "Birkaç kez adını duydum, Noah bir şeyler anlattı ama tam bilmiyorum. Kendine geldiğinde konuşalım olur mu?"
"Konuşamam ki." Gözlerimi çevirip iyice aydınlanan havaya baktım. "Karina'dan ve Deren'den bahsedince hemen ağlayasım geliyor."
"Ağlamak yok," diye tekrarladı bir daha. "Vakit karşılık vakti güzelim."
Başımı sallayıp derin bir nefes aldıktan sonra yüzümü sildim ve çorbanın kalanını içtim. Angel çorbayı bitirmemden memnun şekilde doğruldu ve uyumam için beni yalnız bırakırken odamın perdelerini kapattı. Kimse henüz benimle uzun uzun konuşmuyordu, abimler yanıma çıkmıyordu. Uyumamı dinlenmemi istiyorlardı. Fotoğraf çerçevesine tutunup kalbime bastırdım ve arkamda bıraktığım cehennemle önümdeki savaşı düşünüp gözlerimi yumdum.
O kadar huzursuz bir uykudaydım ki, sürekli irkildim. Ara ara gözlerimi açtım, başımda Angel ve Dante'yi gördüm, sonraki sefer uyandığımda da Salvador'u. Ama uyanıklığım çok kısa sürdü, her irkilmemden sonra uyumaya devam ettim. Yanaklarımın, saçlarımın okşandığını fark ettiğimde gülümseyecek gibi oldum. En son Deren’le uyurken gülümsemiştim, şimdi de abilerim benimle diye.
Ama Deren yok.
Tıpkı kızım gibi.
Uykumun bir yerinde yine kızımın sesini duyar gibi olsam da emin olamıyordum. Görüntüsü yoktu, rüyamda mıydı bilmiyordum ama gelmesini, ona sarılmayı her şeyden çok istiyordum.
Saatler sonra gözlerim tamamen açıldığında koyu renkli perdelerimden sızan karanlığı hissettim. Odanın içi çok sessizdi. Yatağımda doğrulup esnerken çerçevenin yastığımda olduğunu görüp onu komodine bıraktım. "Sesini duyuyorum anneciğim ama keşke yüzünü de görsem."
Ayaklarımı beyaz, mermer görünümlü zemine basarak yataktan indim ve daha dinlenmiş hisseden bedenimle cama ilerledim. Perdeyi çektiğimde evimizin etrafını saran korumaları gördüm, sayıları çok fazlaydı. Daha birkaç gün önce herkes beni yerden yere çarparken, üstüme basıp geçerken, kızımın... mezarında canımı yakarken şimdi herkes emrimdeydi ve etrafımda kimsenin aşamayacağı bir kalkan vardı.
Arkamı döndüm ve odadan çıplak ayaklarımla çıktım. Kat çok sessizdi, bana ait olduğu için nadiren buraya çıkarlardı. Parmaklarımla oynayarak merdivene yürüdüm, babamın olduğu kata inerken heyecan ve korkudan kalbim sökülüyor gibiydi.
Ya kızgınsa bana?
Affetmezse?
Babama ait kata geçtim ve etrafımı inceleyerek dolaştım. Her şey çok tanıdık, bir o kadar yabancıydı. Babamın yatak odası önünde durunca ellerim dudaklarıma gitti, kalbim sanki dudaklarımın arasındaydı.
"N'olur sırt çevirme baba bana..."
Kapıyı önce tıklattım, sonra açtım. İçeriye bir adım atıp başımı kaldırdığımda babamın koyu renklerdeki odasıyla karşılaştım. Kendisi camın önündeki tekerlekli sandalyedeydi, arkası bana dönüktü. Onu tekerlekli sandalyede görmek öyle ağır geldi ki, hıçkırarak, "Baba," diye fısıldadım.
Babamın elindeki her neyse yere düştü.
Dönüp düşürdüğü şeye bile bakamadım. Babam birkaç saniyelik sessizlikten sonra sandalyesini bana çevirdiğinde dudaklarım arasında tuttuğum kalbim sanki fırladı. Önce sendeledim, sonra ileriye çıkıp ona yürürken, "Baba," dedim. "Baba ben geldim, seni çok özledim..."
Babamın bana odaklanmış, donup kalmış gözlerine tutulup yanına ilerlerken her an düşecek gibiydim. Ruhumu bir arada tutan her neyse o da dağılmak üzereydi. Aradan geçen dört senede biraz yaşlanmıştı, yüzünün sol tarafı felç geçirdiğinden ötürü yamuktu ve dudakları aralansa da konuşamıyordu. Abim, onun çok zor ve anlaşılmaz konuştuğunu söylemişti. Tekerlekli sandalyenin önünde durduğumda, ellerimi ağzımdan çekerek hıçkırdım. "Baba, n'olur affet beni, seni bu duruma düşürdüğüm, kendimi bu duruma düşürdüğüm için affet beni."
Babamın gözleri konuşmamla irkilmiş gibi açıldı ve baştan aşağıya beni süzdü. Yüzümde, bacaklarımda hâlâ yaralarım vardı. Ağzının sanki konuşmak istiyormuş gibi açıldığını gördüm ve sağ elini kaldırıp uzattığında, şaşkınca gülümseyerek derhal elini tuttum. "Benimle konuşmak mı istiyorsun babacığım?"
Başını bir kez salladığında gülümsemem genişledi. Titreyen bacaklarım üzerinde daha fazla duramadan babamın önünde dizlerim üzerine çöktüm ve yüzümü avucuna gömüp hıçkırırken, "Kızımı kaybettim," dedim. "Öldürdüler onu baba, vahşice öldürdüler. Seni aradım, yardım istedim ama ulaşamadım. Meğer... Meğer sen..." babamın eli yüzümden çekildiğinde bir an korktum ama kısa sürdü, eli kafamın üstüne yerleşip saçlarıma dokundu. "Baba, n'olur hâlâ beni sevdiğini söyle baba, n'olursun..."
Babamın dudaklarından bir inleme çıktığında başımı dizinden kaldırıp loş odada seğiren yüzüne baktım. Parmakları saçlarımı okşarken kafasını hızlıca salladı ve gözünden bir damla yaş düşerken, "Se..." dedi. "Sevi..."
O tam söyleyemese de ben cevabımı aldığım için gülümseyip babamın dizinde duran, felçli elinden tuttum. Elinin üstünü öperken, "Ben de seni," dedim. "Ben de seni çok seviyorum baba."
Babamın hıçkırdığını duyunca daha da utanç duyup gözlerine baktım. "Herkes benden o kadar nefret ediyor ki baba, hâlâ birilerinin beni sevdiğine inanamıyorum."
Babam kafama yumuşak yumuşak vurarak okşarken bir daha inleyip, "Se..." dedi ama devamını söyleyemedi. "Seni... özle..."
"Kaçtım, aramalarınıza dönmedim, izimi kaybettirmek için uğraştım ama siz her şeye rağmen... benim arkamdasınız baba." Karina için uzak durmuştum ailemden ve belki de aileme sırt çevirdiğim için Tanrı tarafından böyle cezalandırılmıştım. "Bir daha seni de kendimi de utandıracak hiçbir şey yapmayacağım babacığım, yemin ederim."
Koridordan yansıyan ışığı görünce kapının aralandığını anladım. Babam saçlarımı okşayarak yaş dolu gözleriyle bana bakarken birisi bize arkamdan yaklaştı. Abimin ellerini belimde hissettim ve beni ayağa kaldırırken, "Seni bir daha dizlerinin üstünde görmeyeceğim," dedi.
Noah saçlarımı düzeltip babamın yanına geçti ve eğilip onu yanağından öptükten sonra hafifçe geri çekildi. "Verdiğim sözü tuttum baba. Karmen'i geri getirdim."
Babam hafifçe vurarak Noah'ın yanağını okşadığında abim dudağını kıvırarak geri çekilip elimden tuttu. "Yemek saati, masaya gidelim."
Telaşla, "Babam," dedim.
"Yedi."
Babama baktığımda başını salladığını gördüm. Noah'ı bırakıp ona biraz daha yaklaştıktan sonra eğilip kollarımı boynuna sardım. Seneler sonra yüzümü omzuna gömüp hıçkırıklara boğuldum. Babam sırtımı okşayıp iç çekerken, "Kızımın fotoğrafını görmek ister misin?" diye sordum.
Sırtımı tutan eli titredikten sonra kafasını salladı. Geri çekildim ve Noah bana bakıyorken hızlıca odadan çıktım. Kızımın resmini göstereceğim için odama dönüp fotoğrafını aldıktan sonra babamın yanına indim. Noah, babamın odasında camdan dışarıya bakıyordu. Beni izleyen babama heyecanla koştum ve Karina'nın fotoğrafını ona çevirip, "Bak," dedim gülümseyerek. "Kızım Karina. Çok güzel değil mi?"
Babam yüzümdeki hevese bakıp çerçeveyi elimden alınca Noah tekrar bize yaklaştı. Bana arkamdan sarılıp birlikte Karina'nın fotoğrafını izlerken babam başını hararetle sallayıp, "Gü..." dedi ve sustu. Konuşurken ağzının kenarı istemsiz yamuluyordu. "Güz..."
Eğilip elini tuttum. "Anladım babacığım, güzel diyorsun."
Başını salladı ve bir anda fotoğrafı bana uzatıp tekerlekli sandalyesini çevirdi. Elimde çerçeveyle kaldım ve bana sırt çevirmesine burkulurken, omuzlarının sallandığını gördüm. Ah, ağlıyordu. Noah arkamda sertçe yutkunurken, ben babamı şimdi yaşanılan şeylere sürüklediğim için deliye dönmüş durumdaydım. Abim bir daha elimden tutup beni odadan çıkarmak için yürümeye zorladı. "Ağladığına bakma, sen döndüğün için çok mutlu."
Odadan çıktık ve koridorda abim elimi tutmuş şekilde yürüdüm. Kendi saygınlığıma önem verdiğim için geçmiş senelerde evin içinde hiç pijamalarımla dolaşmamıştım, ilk kez oluyordu. Abimle asansörü kullandık ve indiğimizde, bir anda önümde Dante belirdi. Üzerinde düğmeleri açılmış, kolları dirseklerine kadar kıvrılmış gömlekle bana uzanıp kucakladığı gibi etrafında çevirdi. "Yine bu evin bir yerinden çıkıyor olman, yemek masasına oturacak olman harika bir şey."
Noah arkamızdan, "Başını döndüreceksin," diye uyardı.
"Kıskanma kardeşim." Dante beni yemek masasına götürene kadar döndürünce yüzümü omzuna yaslayarak gülümsedim. Uzun zamandır ilk kez birileri böyle iyi, sıcak davranıyordu.
"Dante, hâlâ çok yakışıklısın," dedim o beni masanın baş kısmındaki koltuğa bırakırken. Bu koltukta ya babam ya ben otururduk. "Ama sanırım hâlâ bekârsın."
Noah gülerek kendi sandalyesini çekerken, Angel yüksek sesli bir kahkaha attı. Dante ellerini beline koyup ters ters bana bakarken, "Biliyorsun hep savunurum," dedi. "Aşk aptalların işidir."
Doğru, aptal olmasam yaşar mıydım bu kadar şeyi...
Salvador sanırım Angel'a deli gibi âşık olduğu için bu lafı üstüne alınıp, "Salvador abim hariç diye düzeltirsen sevinirim Dante," dedi.
Dante sırıtarak uzaklaştı ve yerine otururken Salvador'un arkasından dolaştı. Dolaşırken de ona eğilip, "Salvador dahil," dedi.
Salvador'un yanında oturan Angel, yemek mendilini Dante'ye fırlatınca, ortanca abim kıkırdayarak yerine oturdu. Ben masanın en başındayken, sağ tarafımda Salvador, yanında Angel oturuyordu. Sol tarafımdaki ilk koltuk boştu, boş koltuğun yanında da sırasıyla Dante ile Noah vardı. Bacaklarımı geniş yemek masasının altına sokarken, "Bu koltuk niye boş?" diye sordum abilerime. "Babam mı inecek yoksa?"
Salvador başını kaldırıp karşısında duran o koltuğa baktı. "Orası Karina'nın," dedi ve başka hiçbir şey eklemeden yemeğine geri döndü.
Kalbim...
Ellerimi masanın altında birleştirirken abimin katı yüzüne sevgiyle baktım. "Onu hiç tanımıyorsun Salvador."
Masada bir sessizlik oluşurken, Salvador'un tuttuğu çatal ve bıçak elinde durdu. "Ama seviyorum.”
Çerçeveyi Karina'nın koltuğuna bırakıp donatılmış masamıza baktım. Upuzun, bir sürü koltuğu olan masaydı. Çok sevdiğim İtalyan yemekleri ile mezeler vardı. Abilerim kadehlerini doldurmuştu, Angel içmeyecek gibiydi. Gözleri benim üzerimdeydi, şefkatle bakıyordu. Doğrusu hepsinin gözleri bendeydi. Çatal bıçakları ellerinde olsa da bir lokma yiyip bana dönüyordu. Hepsini sırasıyla izleyip, "Her şeyi biliyor musunuz?" diye sordum.
"Noah'ın anlattığı kadarıyla," dedi Dante.
Noah'a birçok şeyi anlatmıştım. Karina'nın neden öldüğünü, kimlerin öldürdüğünü, Deren'in kızını neden kaçırdığımı... Demek öğrenmedikleri bir şey kalmamıştı.
Salvador, "Bugün bunları düşünme abiciğim," dedi yumuşak sesle. "Son günlerin cezaevinde ve hapishanede geçti, önce dinlen."
Tabağımdaki makarnaya bakıyorken, "Mark'tan başka birisini daha öldüreceğim," dedim.
Yemek masalarımızda, akşam sohbetlerimizde sık sık bu konuşmalar yaşandığı için hiçbiri konuşmamı yadırgamadı. "Kim?" diye sordu Dante.
"Edip." Çatalımı sertçe tabağıma bastırıp makarnayı çatalın etrafına doladım. "Edip Akşın."
"Olmuş bil," dedi Dante.
"Siz değil," dedim. "Ben yapacağım abi."
"Sana ne yaptı?" diye sordu Salvador, demek Noah bunu anlatmamıştı.
Noah'ın masanın üzerinde sıktığı yumruğuna bakarak, "Karina'nın mezarına kurşun sıktı," dedim.
Gözlerimi kaldırıp baktığımda Dante ile Salvador'un her an birilerini öldürecek kadar sinirli olduklarını gördüm. Angel ağzını kapatamıyordu. Salvador tadı kaçmış gibi çatal bıçağını bırakıp ağzını sildi. Kalktı ve arkamdan dolanırken bana eğilip saçlarımı tepeden uca doğru okşadı. "Kimi nasıl istiyorsan cezalandıracaksın kardeşim, ben sadece gerekli imkânları oluşturacağım."
Omzumdaki eline dokunup, "Yaklaş," dedim ve abim bana yaklaştığında yanağından öperek kulağına fısıldadım. "Deren'in peşini bıraktınız değil mi? Onun peşinde değilsiniz."
Bundan emin olmalıydım, o iki kurşun Deren'e yeterince zarar vermişti; fazlası olacaksa abilerimin karşısında durmaya hazırdım. Salvador uzaklaşıp yüzüme bir anlam arıyormuş gibi baktıktan sonra, "Senin peşine düşmezse ben de onun peşine düşmem," dedi.
Deren düşmezdi değil mi? Daha... ne yapabilirdi ki? Önceliği Nil'di, şimdi bile onun yanındadır. Keşke nefretle bile düşmesem aklına, karıştırmasam kafasını, Nil ile hayatına devam etse.
"Nil var, kızı dururken peşime düşemez." Abimin elini uyarır gibi sıktım. "Ona bir şey yaparsanız bir daha bu masaya asla oturmam abi."
Salvador, bu karşı çıkış hakkında ne düşünmesi gerektiğini bilmiyormuş gibi yüzümü izledi ve bir şey demeden uzaklaştı. O, üzerindeki gömleğin düğmelerini açarak üst kata çıkarken, Angel da masadan kalktı. "Kocama bakayım."
Dante üçümüzün kaldığı masaya bakarak, "Hımm, birazdan bir kavga çıkabilir," dedi.
Bir kaş çatışıyla ona döndüğümde, Noah da dudaklarını yalayarak koltuğunda arkaya yaslandı ve sordu, "Kim çıkaracakmış?"
Dante yutkunarak, "Sen," dedi.
Dirseğimi masaya, çenemi de avucuma yaslayıp merakla olan biteni izledim. "Aşk olsun Dante, ben kavga çıkarmam.”
Dante son lokmasını da alıp mendille ağzını sildi ve sandalyesini geriye çekip doğruldu. Noah ve ben onun masadan kalkışını izledik, gerilemeye başladığında da kaş çattık. Dante Noah'tan uzaklaşarak, "Bir duyum aldım," dedi.
"Neymiş?"
Noah, Dante'nin ondan kaçışından kıllanmış gibi sandalyesinden kalkıp yavaşça üzerine yürümeye başladığında ortanca abim gergince asansöre ve merdivenlere baktı. "Marianne," dedi.
Noah yürümeyi kesip yüzünde açan bir gülümsemeyle, "N'oldu?" diye sordu. "Ben yokken onunla hiç görüştün mü? Nasıl?"
Marianne kimdi ve neden Noah'ın yüzünde böyle gülücüklere yol açıyordu?
Hayret bir şey.
Dante gözlerini kapatıp bir çırpıda, "Suaygırıyla evlenmiş," diye fısıldadı.
Bu cümlede Noah'a zarar veren şeyin ne olduğunu düşünürken, abimin sırtı dimdik olup kasıldı. Dante endişeyle ona bakarken, "Evlenmiş mi?" diye onaylatmak istedi Noah. "Hayır, düğün tarihleri önümüzdeki aydı, ben o zamana kadar İstanbul'dan dönmüş olacaktım..."
Sandalyeden kalkıp arkalarından yaklaştım ve aralarında durarak gözlerimi ikisi arasında çevirdim. Dante burun kemerini sıkarak, "Evet, önümüzdeki aydı," dedi. "Ama bir sebepten öne alınmış, evlenmişler."
Noah bir anda uzun boyuyla salonun diğer tarafına uçtu ve Dante'yi boğazından yakalayıp arkadaki duvara yasladı. Yıllar sonra kavgalarına tanıdık olduğum için eve döndüğümü daha fazla hissedip dudak büktüm. Noah, Dante'ye doğru bağırarak, "Niye engel olmadın?" diye sordu. Bir şeyi kaybetmişçesine saldırı halindeydi. "Ben İstanbu'la giderken Marianne'i sana emanet ettim, gözünü üstünden ayırma dedim! Utanmadan evlendirildiğini mi söylüyorsun! Onun evlenmek istemediğini biliyordun, bana âşıktı, onu alacağım günü..." Noah kendi düşüncelerine tahammül gösterememiş gibi bağırıp Dante'yi sarstı. "Beni bekliyordu!"
Âşık mı? Noah'a âşık bir kız ve görünen o ki Noah'ın da âşık olduğu bir kız vardı. Marianne... Bu ismi daha önce duymamıştım ama belli ki bir süredir Noah'ın hayatındaydı. Ve o kız evliydi. Neden acı çektiği belliydi.
O sırada Dante, "Yemin ederim onu aralıklarla izliyordum," dedi, konuşurken suçunun farkındaymış gibi mahcuptu sesi. "Her şey normal görünüyordu. Ama geçtiğimiz hafta davete katılmışlar, Marianne'i herkese karısı olarak tanıtmış!"
"Marianne onun karısı olamaz!" Noah'ın bağırması, Dante'ye attığı bir yumrukla daha güçlü hale geldi. Mutfaktan çıkan Sara'nın şaşkınlığını gördüm ve abilerime doğru ilerlerken, Salvador'un da merdivenden indiği gözüme çarptı. Herhalde üstünü değişmek üzereydi, çünkü gövdesi çıplaktı. Dante'ye, "Âşık olduğum kadını korumanı istemiştim," diye bağıran Noah'ı geri çekmeye çalıştığımda, Salvador son basamaktan inip bize yaklaştı. "Onu suaygırından kurtarmak için yol aradığımı biliyordun, nasıl böyle hayati bir şeyi gözden kaçırırsın!"
"Noah, ne desen haklısın ama kendi aralarında gerçekleştirmişler. Hem aynı anda Karmen'i kurtarmakla da ilgileniyorduk, zamansızca oldu her şey..."
Salvador beni nazikçe uzaklaştırıp Noah'ı gömleğinin arkasından tuttuğu gibi kavradı ve salonun diğer tarafına fırlattı. Abim sertçe birkaç metre öteye düştü ve başını kaldırıp Salvador olduğunu görünce dudaklarını birbirine bastırdı. En büyük abim her ikisine de kızgınlıkla bakıp, "Karmen'in eve döndüğü ilk günde yaptığınız şu rezalete bakın," dedi, bağırmaya gerek bile görmeden. "Birbirinize kızarsınız anlarım ama... Karmen'in huzura ihtiyacı olduğunu bilmiyormuş gibi nasıl böyle davranırsınız?"
Bana aşırı hassas davranmalarına ihtiyacım olmadığını söylemek üzere Salvador'a yaklaşırken, Dante ile Noah'ın suçlulukla bana dönen bakışlarını gördüm. Abime sarılıp, "Saçmalamayın," dedim. "Ayrıca bir hemşireniz var, size pansuman yapmayalı seneler oldu."
Noah düştüğü yerden doğrulurken, "Özür dilerim," dedi bana ve sertçe yutkunarak arkasını döndü. Dante doğrularak onun arkasından birkaç adım ilerledi ama Noah onu kenara itip süratle sokak kapısına yürüdü. Onu evin içinde tutamayan kalp ağrısıyla beraber kapıyı açıp çıktı ve arkasından gürültüyle çarptı.
Abilerimin üzülmesine nasıl dayanamadığımı, başımıza gelen bu olayla hatırlamış oldum.
Dante bize doğru dönerek, "Marianne'e ilk görüşte âşık oldu," dedi.
Noah...
Kalbimde bir duygu şelalesi oluştu ve Salvador beni kolunun altına alıp merdivene götürürken, Dante Noah'ın çıktığı kapıya bakarak arkamızda kaldı. Noah’la bunu konuşmayı çok istiyordum ama kıza nasıl âşık olduğunu, o kızın evlendiğini öğrendikten sonra soramazdım.
"Bebeğim, sen onlara aldırma," dedi abim merdivenden çıktığımızda.
Abim beni odama götürüp yatağıma kadar bıraktıktan sonra ışığı açıp çıktı. Odama, yatağıma bakarak gözlerimi yumdum. Acaba Deren hastaneden çıkmış mıydı? İki kurşun yarasıyla dinlenmesi gerekirdi, dinleniyor muydu? Karina hakkında düşünüyor muydu? Ya da gerçekten onun güzel olduğunu düşünüyor muydu?
Cezaevine girdiğimde bile onu tekrar göreceğime dair umudum vardı.
Fakat artık... sanki onu bir daha hiç göremeyecekmiş gibi hissediyordum.
Kesin olan bir şey vardı, benim onu çok özleyeceğim. Ve varsayımda olan bir şey daha vardı, onun beni biraz bile olsun özleyip özlemeyeceği.
Ben, asla iyi bir anne olamayacağımı ima etmesine rağmen onu özleyeceksem, belki o da Nil'i kaçırmama rağmen beni özlerdi.
Belki...
🎠
Çok karanlık bir yerdeydim, kafamı kaldırıp baktığımda mahzene benzediğini görmüştüm. Dört duvarın sol tarafında bir kapı vardı ve her an açılacakmış gibi sallanıyordu. Bense bir sandalyenin üzerinde oturmuş, birinin gelmesini bekliyormuş gibi kapıya bakıyordum. Çok ağırmışım gibi kalkamıyordum, yalnızca ellerimi ve kollarımı hareket ettirebiliyordum.
Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum.
Sanki suyun altındaydım ve yukarıda bunlar oluyordu, boğuluyormuş gibi bir hisle orada oturan kendimi izliyordum.
Hem bu anı yaşıyordum hem de üçüncü kişi gibi izliyordum.
O kapıdan ses geldiğinde başımı kaldırıp baktım ve simsiyah bir şeyin içeriye girdiğini gördüm. Yaklaştıkça siyahlığın ardındaki yüzün Carlos'a ait olduğunu görüp şaşırdım. O sandalyede oturuyordum ama aynı zamanda sanki dışarıdan kendimi izliyordum. "Sen nereden çıktın?" diye sordum şaşkınlıkla. "Deren yok mu? O gelsin."
Carlos sanki beni duymuyormuş gibi sandalyenin önüne kadar yürüdü. Gözleri, ifadesi duygusuzdu. Yaklaştıkça kaşlarımı daha çok çattım ve konuşmadan bir anda elindeki bıçağı kaldırıp kalbime saplamak için indirdiğinde sandalyeden kalkamadım. Onun gözlerine hayal kırıklığıyla bakarken bıçak kalbime saplandı ve gözlerimi nefes nefese açtığımda bambaşka bir odada, yine karanlıkta buldum kendimi.
Bu kez yerde ama yine kıpırdayamadan oturuyordum.
O karanlıkta, tanımadığım bu yerde birilerini arayarak başımı çevirip durdum ama çok yalnızdım. Yine bir kapı vardı, kahretsin yine titriyordu. "Kimse var mı?" diye seslendim ve o sırada kalbimdeki bıçağı fark ettim.
Carlos'un sapladığı bıçak hâlâ kalbimdeydi.
Kanlar süzülüyordu.
Kapı bir daha açıldığında, "Neredeyim?" diye bağırarak başımı aniden kaldırdım ve içeriye birinin girdiğine şahit oldum. Attığı iki adımdan sonra yüzü netleşti ve kalbimdeki bıçaktan daha acı verici bir an yaşadım. Bu Mark'tı, gülümseyerek bana yaklaşıyordu. Nasıl gülümseyebilirdi? Yanıma nasıl böyle kolayca yaklaşabilirdi?
"Kızımı öldürdün!" diye bağırarak kalkmaya çalıştım ama doğrulamıyordum, vücudumdaki tüm güç bitmiş gibiydi. Gözlerimden, belki sonra kızacağım yaşlar dökülürken Mark aynı eğlenen yüz ifadesiyle bana yaklaştı ve tam karşımda durdu. "Nasıl yapabildin?" diye çaresizce yakardım. "Çok küçüktü, bana ihtiyacı vardı! Feda şiddet uygulamış ona, kemeriyle döv... dövmüş! Doktor böbreğini almış, sonra... boğarak öldürmüşler! Hepsi sen istediğin için oldu, ben sana ihanet ettim ama sen... dünyanın en kirli oyununu oynadın bana, insanlıktan çıktın."
Sanki Carlos gibi o da söylediklerimi duymuyordu. Gözleri kalbimdeki bıçağa yöneldi ve elini aniden havaya kaldırdı. Nefesimden sızan iniltiyi hissettim ve öfkeli bir çığlık atarken, Mark tuttuğu bıçağı kalbime sapladı. Bıçak kalbime saplandığı an gözlerim kapanıp bu kez başka bir karanlıkta açıldı.
Nefes nefese yine etrafıma bakınca sandalyenin ayaklarını gördüm. Tekrardan ilk mahzendeydim ve yine hareket edemiyordum. Kendimi, bambaşka bir boyutta gibi hissediyordum.
"O kapının arkasında bu kez ne var?" diyerek başımı sallanan kapıya çevirdim ve kapı geri açıldığında karanlıktaki gölgeyi seçmeye çalıştım. Bu kez yürüyüş daha yavaştı ve beraberinde bir ışık da içeriye giriyormuş gibi yüzünü görebilmiştim. Üstünde iki tane bıçak olmasına rağmen kalbim, Deren'in gözlerini gördüğüm an canlıymış gibi attı.
Demek, kalbimi hayata döndürebiliyormuş.
Carlos ve Mark'a duyduğum öfkeden eser kalmadı ve hassas, yumuşak şekilde, "Deren," diye fısıldadım. "Sen nereden çıktın? Mezarlıkta bırakmıştım ben seni, kızımın yanında... Ne zaman buraya geldin?"
Oturduğum sandalyenin önünde durup başını yanına eğdi ve kalbime doğru baktı. Çok acı çekiyor görünüyordu. Ne Carlos gibi duygusuzdu ne de Mark gibi alay ediyordu ama tıpkı onlar gibi konuşmuyordu. Kırgınca ellerimi uzatmak istedim ama yapamadım. "Yoksa... Sen de mi kalbime bıçak sapla..."
Deren elini kaldırıp kalbime doğru uzattığında, o bana bıçağı saplarken gözlerine bakamayacağım için gözlerimi yumdum. Fakat bıçak darbesi hissetmedim. Bu yüzden gözlerimi açıp baktım ve Deren'in kalbimdeki iki bıçağı da söküp çıkardığını gördüm. Akan kan da bir anda durmuştu.
Kalbimdeki acıyı geçirdiği için gülümseyip başımı ona kaldırdım ama Deren'in gittiğini fark edip dehşete düştüm. Şimdi buradaydı, bıçakları alıp ne ara gitmişti? Kalbimin fiziksel acısını geçirmişti. Hıçkırarak, onu bir daha görmek üzere kapıya baktım ve o an, kalbime en çok tesir eden ilacı gördüm.
Karina kapının önündeydi.
O an az önceki kavgalarım, acı ve kayıplarımdan daha büyük, imkânsızmış gibi görünen hisle sarsılıp, "Karina," diye fısıldadım. Aman Tanrım, gerçekten oradaydı ve masum gözleriyle bana bakıyordu. Üzerinde onu kaybettiğim günkü kıyafetleri vardı. Ölesiye masum, günahsız duruyordu. "Kızım, burada mısın gerçekten? Karina bu sen misin?"
İçeriye girdi. "Benim."
Gözlerimden mutluluk yaşları dökülürken hızla sandalyeden kalkmayı denedim ama yapamıyordum. Yine olmuyordu, bir şekilde buraya bağlanmıştım sanki. "Kalkamıyorum," diye fısıldadım. "Sen oradasın ama ben sana gelip sarılamıyorum."
Saçları kısaydı, elleri iki yanında dururken onu son gördüğümdeki gibi masum bir ifadeyle bakıyordu. Yüzünü görüyordum, hâlâ büyümemişti, onu son gördüğümdeki gibiydi. Küçücük ayaklarıyla bana ilerlerken, "Kalk anne," dedi bir daha. Elini bana uzattı. "Ayağa kalk."
Beni tutan, görünmeyen o kuvvete meydan okuyarak kendimi kaldırmayı denedim ama yapamıyordum. Üzgünce o çok sevdiğim gözlerine bakarken, "Niye böyle oluyor bilmiyorum," dedim. "Kalkamıyorum, yaklaşamıyorum. Oysaki aylardır sana sarılmanın hayaliyle yaşıyordum Karina... Nasılsın anneciğim? İyi misin? Mutlu musun?"
Kalbim gülümseyerek, "İyiyim," dedi.
Gülümsemesini görünce donup kaldım. O saniye ilk kez mutluluktan ağlayacaktım. Kahkaha atarak, "Gülümsüyorsun," dedim. "İyi misin gerçekten?"
"İyiyim," dedi ve sonra gülümsemesi soldu. Dudakları aşağıya bükülünce panikleyip, "N'oldu?" diye sordum. Mutluydu, neden ağlıyordu?
O kıvrımlı, sık kirpiklerini kırpıştırıp titreyen bir sesle, "Ayağa kalk," dedi yeniden, sanki bana bir şey anlatıyordu. "Ayağa kalk anneciğim."
Bana anneciğim demesini öyle özlemiştim ki, birkaç saniye buna gülümsedim ve sonra kalkamadığım sandalyeye öfkeyle baktım. "Karina, yapamıyorum," diyerek üzgünce güzel yüzüne döndüm. "Anneciğim sen yaklaş bana, sen sarıl bana. Özlemedin mi beni?”
Karina sanki gelemiyormuş gibi elini uzatarak, "Özledim," dedi. Ah bu ses, bu konuşma, peltek dili, tam çıkmayan dişleri... Tarifi yok onu ne kadar özlediğimin, yok. "Ayağa kalk anne, artık ayağa kalk."
Kızım, Karina'm istiyor kalkmamı. Ayaklarımın üzerinde durmamı istiyor, burada oturduğum için üzülüyor. Kalkmalıyım artık, tekrardan ayaklarımın üzerinde durmalıyım. Kalbim Karina'm için.
Kendimi bir daha kalkmaya zorladım, kalbimdeki bıçak yaralarına rağmen denedim. Karina'mın eline baktım ve o eli tutmanın buradan kalkmakla mümkün olduğunu fark edince inleyerek gücüme sarıldım. Tekrar yapamayacağım sandım ama ayaklarımın yere değdiğini, bedenimin sandalyeden ayrıldığını fark edince ellerimi kaldırıp isterik şekilde gülümsedim. Ve sonra bana gururla bakan Karina'mın gözlerine kahkaha attım. "Kalktım kızım."
Dişlerini göstererek gülümsedi. "Kalktın anne." Bana bir adım daha geldi. "Bir daha düşme olur mu?"
Normalde bu kadar güzel konuşamazdı, öldükten... sonra konuşmayı mı öğrenmişti?
Karina'mla aramdaki mesafeye baktıktan bir saniye sonra delice koştum ve onu kollarımın arasına alıp kendimle beraber kaldırırken, mutluluk gözyaşlarına boğuldum. Karina küçük ellerini bana doladığında, kahkaha atmaya başlayarak yanaklarını, saçlarını öptüm. Öyle güzel kokuyordu ki, cennetten çıkıp geldiğine şüphem yoktu. Ona sarılıyordum, gerçekten sarılıyordum. Kollarımdaydı, elleri saçlarıma değiyordu. Ağırlığı aynıydı, kollarımsa şimdi az öncekine kıyasla çok güçlüydü. Etrafımız karanlıktı ama güneşim, ayım, ışığım kollarımdaydı.
"Anneciğim..."
"Kızım, kalbim, Karina'm."
Başımı boynundan biraz çekip yüz yüze baktığımızda Karina'nın elleri bu kez yanağıma değdi. Bana, benimle gurur duyuyormuş gibi bakıyordu. "Hep ayakta dur anne," dedi peltek diliyle. "Hiç düşme."
Gözlerimin ikisinden de birer damla yaş düştü ve onun gözlerine bakıp, "Duracağım," diye söz verdim kızıma. Parmakları yanaklarımdaki yaşlara değince uzanıp elinden öptüm. Öyle sıkı sarılıyordum ki aramızda mesafe yoktu. "Ayağa kalkacağım ve hep ayakta duracağım. Sen böyle mutlu olacaksan ben hep ayakta duracağım. Bir daha kimse beni yıkamayacak."
Bana az öncekilerden de parıltılı şekilde gülümseyip yanaklarımı okşadı, yaklaşıp burnumdan öptü ve kafasını kalbime doğru yaslarken mutlu göründü. "Seni çok seviyorum anne."
"Ben de, ben de," diye fısıldayıp hıçkırarak uyandım ve kendimi yataktan nefes nefese kaldırınca dehşetle etrafıma baktım. Gün ışığının sızdığı odadaki her şey o mahzenden çok farklıydı. Kocaman yatağımda, uykumdan, gördüğüm rüyadan uyanmıştım.
Karina'yı ikinci kez rüyamda görmüştüm ve... birbirimize öyle sıkı sarılmıştık ki...
Kıkırdayarak, ellerimi kalbime koyarak bir anda yataktan kalktım ve geniş makyaj masama koştum. Büyük aynadan yüzümdeki yaşlara, yaralara, buruk mutluluğa ve gözlerimdeki canlılığa baktım. Karina'm umarım rüyada yaralarımı görmemiştir, madem mutluydu üzülmesini hiç istemezdim.
Bana ayağa kalk, demişti.
Kalkıp ona sarılmıştım.
Bana hep ayakta kal, demişti.
Ayakta kal...
İrkilerek geriye sıçradım ve elimi yüzümdeki yaralardan, son kez baktığım bu kadından çekerek kararlı şekilde başımı salladım. Kızım rüyama girdi, beni ayağa kaldırmak için çabaladı, elimden tutup sarıldı.
Ayağa kalk.
Kafamı dikleştirdim ve odamdaki banyoya yürüdüm. Mutluluk gözyaşlarımı bir çırpıda silip küveti sıcak su ve güzel kokularla donattım. Dünkü gibi içine girip vücudum güzel kokularla sarınana kadar orada kaldım. Sonra bir bornoza sarınarak çıktım, kurulanarak banyonun karşısına geçtim. Saçlarımı kuruttum, güzelce kremledim, düzleştirip saç parfümümü sıktım. Ardından yüzümü nemlendirdim, göz altı kremimi sürdüm. Hepsini, ben geleceğim için Angel yenilemişti.
Dolabımı açıp onlarca düzine kıyafette ellerimi dolaştırdım. Bana en cazip gelen renge, beyaz bluza uzanıp askısından aldım. Ardından siyah, kumaş pantolon ile Gucci kemerlerimden birini çıkardım. Üzerimdeki bornozu yere bırakıp beyaz, dantel iç çamaşırları ve üzerine bu kıyafetleri giyindim. Beyaz bluzun göğüs dekoltesinden aşağıya uzanan inci düğmelerini ilikleyip kemerin tokasını taktım.
Makyaj masamın karşısına geçtiğim bir sonraki sefer parmaklarımı makyaj malzemelerimde dolaştırdım. Önce bir göz altı kapatıcısı aldım, morarmış gözlerimi ve yüzümdeki birkaç yara izini örttüm. Ardından maskaramı seçip kirpiklerime yoğun şekilde sürdüm, gözlerim ortaya çıkınca ben bile haftalar sonra kendimdeki bu görünümü yadırgadım. En son rujlarım arasından Chanel'in koyu kırmızı rujunu aldım ve dudak çizgilerimi takip ederek sürdüm.
Ardından unutmamak için sevdiğim bir parfümü alıp sıktım, bileklerime dokundurup takılarımın yanına ilerledim. Boynuma gümüş bir kolye takarken parmaklarıma sevdiğim yüzükleri geçirdim. Aynaya bakıp gördüklerimden memnun olunca da yatağa geçip yastık altındaki kurdeleyi aldım. Kızımın kurdelesini bir sebepten ötürü dolabımdaki kutuya kaldırıp kasaya koydum.
Kan sıçramasını istemiyordum.
Giyinme odamın olduğu tarafa geçip sayısız ayakkabı içinden siyah, parlak topuklu ayakkabılarımı seçtim. Yüksek topukları üzerinde doğrulup üstümdeki hayali tozları silkeledim ve odamdan ayrıldım. Asansöre yürürken saçlarımı kabartıyor, güzel bir şarkı mırıldanıyordum. Asansörden inip kısa yürüyüş sonrası salondan içeriye girdiğimde, sanırım ki ayakkabılarımın topuk sesleri yüzünden masada oturan abilerim ve yengem kafasını kaldırıp bana baktı.
"Günaydın," dedim dudağımdaki gülümsemeyle.
Dante elindeki çatalı düşürürken, Salvador dudaklarını bükerek baştan aşağıya beni süzdü. Angel gözlerinde hayranlıkla beni izliyorken, masanın başında durup onlara gülümsedim. Dante saten, siyah pijamaları içindeydi ve Salvador ütülenmiş kıyafetlerini giymişti. Yengem henüz açılamamış olmalı ki, yüzünde hiç makyaj yoktu ve halter yaka, lacivert elbisesi içindeydi. Masadaki eksikliğin farkına vararak, "Babam ve Noah nerede?" diye sordum.
Dante hayalet görmüş gibiydi. "Bu sen misin?"
"Neden öyle dedin Dante?"
Salona giren Sara'ya, "Kapuçino ile gevrek getir," diyerek ricada bulunduktan sonra tekrar abime döndüm. Bu kez şaşkınlık yerine hayranlıkla bakıyordu. "Demedim, tabii ki bu sensin."
"Çok güzel olmuşsun," dedi Angel.
Salvador yengeme alıcı gözlerle bakarken, gülümseyerek masaya göz gezdirdim ama canım yalnız eski rutinimdeki yiyecekleri istiyordu. Angel'ın elimi tuttuğumu fark edince ona göz kırptım ve o sırada Salvador yemeğine devam ederek, "Noah geceden kalma, babam da doktoruyla odasında," diye cevap verdi soruma.
Sara istediklerimi getirerek uzaklaştığında kahve fincanına uzanarak, "Anladım," dedim canlı bir sesle. Sonra kapuçinodan bir yudum alıp özlediğim tat ağzıma yayılırken, masadan uzaklaşıp salonun içerisine yürüdüm. Geniş, araziye bakan camın önünde durup topuğumla yeri çizerken bahçedeki korumalarımıza göz attım. Sol elimle camı tıklattım ve dışarıdaki korumamıza, "Enrica," diye seslendim.
Tıklama sesini duyup arkasını dönünce çenemle evi gösterdim ve o da hiç beklemeden sokak kapısına ilerledi. Parmaklarım fincanın üzerinde ritim tutarken, masadaki aile üyelerimin beni izlediğinin farkındaydım. Adım sesleri yaklaştığında baktığım camda Enrico'nun yansımasını görüp kahvemden bir yudum daha aldım. "Mark'a bir hediye hazırlamanızı istiyorum.”
Ailemin diğer üyeleri dikkatle beni dinlerken, "Nedir efendim?" diye sordu Enrica.
"Açıklayacağım," dedikten sonra kahve fincanımın üzerindeki ruj lekeme gülümsedim. "Ama hediyeden önce iletmeni istediğim bir mesaj var." Kalbime gömmeye karar verdiğim acı yüzünden gülümsemem acımasız ve alaycıydı. "Ona ve herkese söyle, Karmen Russo geri döndü."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...